30 Ağustos 2011 Salı

The Artist

Sanırım muhteşem bir dönem filmi geliyor. 1927 Hollywood'unda geçen The Artist'in baş rollerinde John Goodman, Malcolm McDowell ve Missi Pyle var. Yönetmen ise Michel Hazanavicius.

Film George Valentin adlı sessiz sinema oyuncusunun Peppy Miller ile tanışma hikayesini ve ardından büyük bir üne kavuşmalarını anlatıyor. Yalnız bu ünü gölgeleyecek bir takım olaylar gelişmektedir. Çünkü sesli sinema sektörü yavaş yavaş doğmaktadır. Bakalım güzel bir filme benziyor. İzleyelim görelim :)




26 Ağustos 2011 Cuma

10. Filmekimi'nin Tarihleri Belli Oldu

2001'den bu yana bizleri dünyanın en önemli festivallerinin hitleriyle buluşturan Filmekimi, bu sene 8-15 Ekim tarihleri arasında yapılacak. Önümüzdeki haftalarda programın tam listesi web sayfalarında açıklanacak. Eh bizde seans kovalama hazırlıklarına başlayalım bir an önce...


Contagion

Yepyeni, yıldızlarla bezeli bir film geliyor. 

Başrollerini Kate Winslet, Matt Damon, Jude Law, Marion Cotillard, Laurence Fishburne ve Gwyneth Paltrow'un paylaştığı, yönetmenliğini Steven Soderbergh'in üstlendiği Contagion, bir virüsün milyonlarca insanı etkisi altına aldığı bir felaketi anlatıyor. Film 9 Eylül 2011'de Amerika'da gösterime giriyor.


The Dark Knight Rises'dan Yeni Afiş!

Bu seferki afiş çok çılgın olmuş. Bayıldımmm :)

Yönetmenler Birbirine Girerse :)

'Antonioni beni fazlasıyla sıkıyor', 'Godard'ın filmlerinden hiçbir şey anlamıyorum', 'Tarantino izlemek bir çocuğun seks ve şiddet fantazilerini izlemek gibi'.

Ntvmsnbc'de bu haberi ilk okuduğumda baya gülmüştüm. Şimdi sizlerle paylaşayım dedim. İşte dünyanın en önde gelen yönetmenlerinin birbirlerine karşı komik sataşmaları :)
1- Francois Truffaut’dan Michelangelo Antonioni’ye:

"Antonioni, hakkında hiçbir güzel şey söyleyemeyeceğim tek önemli yönetmen. Beni sıkıyor; çünkü her zaman ciddi ve espri anlayışı hiç yok" 

Haksız mı acaba? Bence çok haklı :)

2- Ingmar Bergman’dan Orson Welles’a: 

"Benim gözümde sadece muzip biri; çünkü boş, ölü ve hiçbir ilgi çekici yanı yok. ‘Citizen Kane’ ile eleştirmenlerin sevgilisi oldu ve sıkıcılıkta sınır tanımadı. Herşeyin üzerinde, gösterilen performansın hiçbir değeri yoktu. Buna rağmen, bu filmin gördüğü saygıya hala inanamıyorum"

Citizen Kane hakikaten çok güzel film. O yüzden Ingmar Berman'a katılamıyorum.

3- Ingmar Bergman’dan Jean-Luc Godard’a: 
  
"Onun filmlerinden hiçbir şey anlamıyorum. Sürekli bir sahte entellektüellik söz konusu. Sinematografik olarak hiçbir ilginç yanı yok ve son derece sıkıcı. Hayatımda böyle sıkıcı adam görmedim. Sanki filmelerini eleştirilmek için yapıyor" 

Sonuna kadar katılıyorum. Godard'ın filmlerini anlayabilen insanlar, bir ara bana da anlatırsanız çok iyi olur.

4- Nick Broomfield’tan Quentin Tarantino’ya: 

"Onu izlemek okul yıllarındaki bir çocuğun şiddet ve seks fantezilerini izlemek gibi. Tarantino annesi alt katta fasulye pişirirken odasında kendini tatmin eden çocuklardandı herhalde"

Hmm. Hem katılıyorum hem katılmıyorum gibi. Tarantino'yu severiz :)

5- Jacques Rivette’ten Stanley Kubrick’e:

"Kubrick bir makina, mutant ya da Marslı olmalı. Bu adamın hiçbir insani duygusu yok. 2001’de olduğu gibi bir makina diğer makinaları filme aldığında komik işler ortaya çıkıyor" 

Doğrudur. Stanley Kubrick insan olamaz zaten.

6- David Cronenberg’ten M. Night Shymalan’a: 

"Bu heriften nefret ediyorum. Sıradaki soru lütfen..."

 Ahah :) Buna çok güldüm. Zaten Shymalan'ı seven bir insanın sinema sevgisinden şüphe ederdim.

Atışmalar kısaca böyle. Devamını okumak isteyenler Ntvmsnbc'ye göz atabilir :)




18 Ağustos 2011 Perşembe

David Lynch'in Solo Albümü Kasım'da Çıkıyor

David Lynch'i hepimiz gerek muhteşem yönetmenliğiyle gerekse senaristliğiyle tanıdık. Uzun bir zamandır her türlü işten elini ayağını çeken Lynch bu sefer bizleri çok fena şaşırtarak bambaşka bir dalda ortamlara geri dönüyor. Müzik!

Electro-pop tarzındaki albümün adı 'Crazy Clown Time' olarak açıklandı. Albümdeki tüm parçaların söz ve müzikleri David Lynch'e ait. Lynch, Pinky's Dream parçası için Yeah Yeah Yeahs'ın vokali Karen O ile çalışmış. Albümdeki parçaların listesi ise şöyle:

01 Pinky’s Dream
02 Good Day Today
03 So Glad                                                                   
04 Noah’s Ark
05 Football Game
06 I Know
07 Strange and Unproductive Thinking
08 The Night Bell With Lightning
09 Stone’s Gone Up
10 Crazy Clown Time
11 These Are My Friends
12 Speed Roadster
13 Movin’ On
14 She Rise Up

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Yeni 'Crow' Kim?

1994 yapımı ve Brandon Lee'nin çekimler sırasında ölmesiyle uzun süre tartışma konusu olan The Crow tekrar çekiliyor.

Yeni Crow için The Hangover serisinden de tanıdğımız Bradley Cooper'a teklif götürülmüştü fakat Crow tipine uymadığı için kadrodan çıkarılmış. Onun yerine düşünülen isimler ise Mark Wahlberg ve Channing Tatum. İkisinden biri artık kesin gibi ama umarım Mark Wahlberg'ü seçmezler. Çünkü Crow için fazla kısa boylu. Channing Tatum'un oyunculuğu hakkında herhangi bir fikrim yok ama bu role daha uygun gibi duruyor.

Tabi gördüğünüz gibi maalesef iki oyuncuda da Brandon Lee'nin karizması yok. Bakalım nasıl olacak?


Batman ile Superman Aynı Filmde

Screen Rant sitesinin yayınladığı habere göre Batman'ı canlandıran Christian Bale ve Superman'ı canlandıran Henry Cavill'in aynı filmde rol alabileceği söyleniyor.

Yönetmen Wolfgang Peterson, çekimlerin bundan 10 yıl önce başlamış olabileceğini fakat oyuncuların Batmen Begins ve Superman Returns filmlerinde rol almasıyla projeyi gerçekleştiremediğini belirtmiş.

Proje çok güzel fakat Christian Bale, The Dark Knight Rises'dan sonra süper kahraman rolünü kesinlikle bırakacağını açıklamıştı. Bakalım bu proje, Christian Bale dönülmez gibi duran kararından döndürebilecek mi? Bence döndüremeyecek.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

3 Yeni Film Vizyondaa!!

Bu sefer güzel filmler allahtan. Şöyle hızlıca bir göz atalım:

1 - Horrible Bosses

Film, patronları tarafından hayatları zehir edilen üç kafadarın, patronlarını öldürmeye çalışmalarını anlatıyor. İlk iş olarak bir kiralık katil ile anlaşan kahramanlarımız, bu amaçta girilen her yol mübahtır mantığıyla pek trajikomik olaylar yaşıyorlarmış. Başrollerde Jennifer Aniston ve Colin Farrell var. Yönetmen ise Seth Gordon.

2 - Hidden

Filmde, Brian Karter isimli genç, annesini henüz kaybetmiş ve kendine miras kalan, bağımlıları iyileştirmek için deneysel çalışmaların yapıldığı bir sığınak olduğunu öğrenmesiyle şaşırmıştır. Arkadaşlarıyla hem bu eski binayı hem de annesinin gizli tuttuğu işini keşfetmeye giden Brian, işin altında kötü bir şeyler yürüdüğünü fark eder.
Tüm şüphelerine rağmen yerin altında buldukları gizli geçite hep beraber yönelir ve korkunç gerçekle karşı karşıya kalırlar. Brian'ın annesi, devrim yaratacak nitelikte bir alet geliştirmiş ve insanların bağımlılıklarından kurtulmalarını sağlamıştır. Fakat kurtulunan her bağımlılık insan etine aç, mutant çocuklar olarak vücut bulmuş ve terkedilmiş binanın derinliklerinde yaşamaya başlamıştır. Brian ve arkadaşlarını kurban seçen mutant çocukların karşısında yaşam savaşı verirlerken bazı şeylerin gizli kalmasının daha iyi olduğunu da öğrenirler. 


3 - Henri 4

Jo Baier'in yönettiği ve Julien Boisselier, Joachim Krol ve Andreas Schmidt'in oynadığı ''Kral Henry'' filmi, dram sahneleriyle sinemaseverlerle buluşacak.

Fransa'nın Protestan kralı ''Henry of Navarre''ın yükselişinin ve 'Kral 4. Henry' olmasının öyküsünün anlatıldığı film, epik ve tarihi bir destan olarak kabul ediliyor. 16. yüzyıl Fransa'sını arka planına alan filmde, Katoliklerin yükselişe geçen Protestanlara karşı düzenlediği suikastlar, din savaşları ve taht entrikaları beyazperdeye taşınıyor.


 Kaynak : Ntvmsnbc

12 Ağustos 2011 Cuma

True Blood 5. Sezon Yoldaaa!!!

Ha çekildi ha çekilmeyecek yok yok 4. sezon sondu final bölümü çekiliyormuş dedikodularına cevaben HBO' nun bu sabah açıkladığı haber True Blood fanatiklerini pek sevindireceğe benziyor. Oyuncularla ve senaristlerle olan tüm anlaşmalar yapılmış, gerekli bütün imzalar atılmış ve 5. sezon çekimleri Ocak ayında başlıyormuş. 2012 yazında ise -yine heralde Haziran ayı olur- ilk bölüm yayınlanacakmış. 

11 Ağustos 2011 Perşembe

Audrey Tautou Sinemayı Bırakıyor

Sabah sabah cidden üzücü bir haber oldu bu benim için. Sevgili Amelie'miz, Coco Chanel'imiz sinemayı bırakmak istediğini açıklamış.

Güzeller güzeli Audrey, sinemanın zamanını kısıtladığını ve artık daha özgür olmak istediğini, dünyayı gezmek istediğini belirtmiş. Yapma be Audrey'ciğim. Sen çok iyi bir oyuncusun. Sen oynamalısın biz izlemeliyiz. Ne demek "Dev bütçeli filmlerde rol almaktan yoruldum"?

Yönetmenlerin kendisinde ne bulduğunu hala çözememiş Audrey. Kötü bir oyuncuyum ve sinemayı bıraktıktan sonra bu konuda hep hayıflanacağım demiş. İşte mütevazilik bu olsa gerek. Belki de Fransız olmanın getirdiği kibarlıktır. 

Neyse yeni filmi Beautiful Lies'dan sonra sinemayı bırakacak olan biricik Amelie'mize iyi eğlenceler demek istiyorum :)


10 Ağustos 2011 Çarşamba

No Body Is Perfect

Hiç Bir Vücut Mükemmel Değildir, yıllaaar önce 7. AFM Bağımsız Filmler Festivali'nin "başka aşk" bölümünde izlediğim çekilmesi için 7 yıl boyunca araştırma yapılmış, çok enteresan bir belgesel.

Enteresan aslında bu yapıtın yanında çok fos bir kelime kalıyor. Rahatsız edici, gerilim dolu veya çok sapkın diyebilirdim. Aslında hepsini birden söylemek istiyorum. 

Sadece travestilerle ilişkiye giren erkekler mi arıyorsunuz? Bu belgeselde bol bol var. İşkenceden cinsel tatmine ulaşan insanları mı merak ediyorsunuz? Hepsi burada. Ya daa uzuvlarını kesmekten zevk alan insanlar mı? Onlarda burada. 

Bu belgeselin belkide gerçekten izlenmesi gerekiyor. Çünkü size sadizm ve mazoşizmin en uç noktalarını, cinselliğin 21. yüzyılda nasıl bir noktaya geldiğini en yalın, en doğal haliyle ve ne kadar şok edici olursa olsun, hiçbir detayı esirgemeden anlatıyor. Farklı farklı ülkelerde çekilmiş olması ve bu ülkelerdeki özel klüplerde geçiyor olması filmin can alıcı noktalarından. Özellikle Japonya ve İngiltere'deki bu özel klüpleri görmek insanda vay be deme isteği uyandırıyor. Mesela Japonya'da insanların otobüs fantezilerini gerçekleştirebileceği bir mekan olduğunu öğrenebiliyorsunuz veya İngiltere'deki İşkence Bahçesi denen klübe güzel bir yolculuğa çıkabiliyorsunuz. Ama lütfen yanlış anlaşılmasın. Bu film porno değil, erotik değil ama içinde bolca cinsellik ve cinsel sapkınlık barındırıyor. Bu tarz konuları kaldıramayan bünyelerin izlemesini pek tavsiye etmiyorum. 

Mesela ben filmin özellikle son sahnesini unutamıyorum. Uzuvlarını kesmekten zevk alan bir amca kameraya şimdi size serçe parmağımı keseyim mi diye soruyor. Bütün salon hayır diye inlemişti, allahtan kameraman da hayır gerek yok falan demişti de bu iğrençlikten kurtulmuştuk :)

Neyse işin özü, lafın kısası belki izlersiniz belki izlemezsiniz bilemiyorum ama izlemeden önce iki kere düşünün derim...



6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ayın Yönetmeni : Christopher Nolan

30 Temmuz 1970'te Londra'da doğan Christopher Nolan, sinemaya çok ama çok genç yaşta gönül verenlerden. İlk filmi Tarantella'yı daha 7 yaşındayken babasının 8mm kamerasıyla çekti ve bu gerçeküstü film PBS'de gösterildi. 

University Collage London'da İngiliz Dili ve Edebiyatı okurken, boş zamanlarını okulun film atölyesinde değerlendiren Nolan, okulunun imkanları doğrultusunda bir çok kısa filme imza attı. Bu kısa filmlerde genelde gerçeküstücülük ve eşzamanlılık konularını ele aldı.

Graham Swift'in Waterland adındaki romanın çok etkilenen ve bunu uzun metraj bir film haline getirmeye çalıştığı sırada Nolan'ın evine hırsız girdi. Hırsızların kendi hayatı üzerine neler düşünmüş olabileceğini hakkında kafa yoran Nolan, Waterland projesinden vazgeçerek 1998 yılında; işsiz bir yazarın insanların evine girip yaşamlarının ayrıntılarını öğrenmeye çalışmasını konu alan Following adlı ilk uzun metraj filmini çekti.

İlk uzun metraj filmi eleştirmenler tarafından çok beğenilince 2001 senesinde ters kurgulu öyküsüyle Memento'yu çekti. Filmde kısa süreli hafızası olmayan birinin hayatını anlatan ve ortaya mükemmel bir gerilim çıkaran Nolan, eleştirmenlerden tam not aldı. Memento, vizyona girdiği ilk hafta yönetmenler tarafından da çok önemli olan IMDB Top 250 listesine 35. sıradan giriş yaptı ve 31. sıraya kadar yükseldi. 

2002 yılına geldiğinde bir Norveç filmi olan Insomnia' yı yeniden çekti ve başroller için Al Pacino ve Robin Williams'la anlaştı. Rivayete göre bu iki süper aktör bu kadar genç bir yönetmene yardımcı olmak için filmden ücret talep etmemişler. Ne kadar doğrudur bilinmez.

2005 yılında Batman Begins'i çekti. Çocukluğunda da en sevdiği çizgi roman kahramanı olan Batman'i, 50 yıllık geçmişini ele alarak çektiği film yine eleştirmenler tarafından çok beğenildi ve IMDB Top 250 listesinde 113. sırada yerini aldı. 

2006 yılında iki illüzyonistin çekişmesini anlatan The Prestige'i çekti. Film mükemmel kurgusu, senaryosu ve tabi ki Nikola Tesla'sıyla çok dikkat çekti. Oyuncu olarak yine Batman'de de birlikte çalıştığı Christian Bale ve Hugh Jackman'la çalıştı. Film şu an IMDB Top 250 listesinde 71. sırada. 

Ve 2008 senesi. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak gösterilen The Dark Knight'ı çekti. Vizyona girdiği ilk hafta müthiş bir gişe başarısı elde eden The Dark Knight, IMDB Top 250 listesine 10. sıradan giriş yaptı ve hala yerini koruyor. Filmin başarısında Heath Ledger'ın Joker rolü çok büyük etken. Öyle ki çoğu insan tabi ki Ledger'ın genç ölümünün de verdiği üzüntüyle sırf Joker'i görmeye gitti ve bugüne kadar izledikleri en iyi Joker'le karşılaştılar. Christopher Nolan'ı oyuncu seçimleri için bir kez daha kutlamak gerek. 

2010 yılında ise şimdilik gördüğümüz son filmi olan Inception'ı çekti. Film ilk haftasında Top 250'ye 5. sıradan girmeyi başarsa da daha sonra 9. sıraya kadar düşmüştür. 2011 Oscar Ödülleri'nde beklenen başarıyı yakalayamayan Inception, teknik dallarda aldığı 4 ödülle yetinmek zorunda kaldı. Film gerçekten olağanüstüydü fakat Leonardo Di Caprio yerine başkası oynasaymış aday gösterildiği tüm ödülleri kapardı diye düşünüyorum.

Christopher Nolan geçtiğimiz altı ay içinde The Dark Knight Rises'ın çekimlerine başladı. Film 2012'de vizyona girecek. 

5 Ağustos 2011 Cuma

Martyrs

Başrollerini Mylène Jampanoï ve Morjana Alaou'nin paylaştığı, yönetmenliğini Pascal Laugier'in üstlendiği bir Fransız korku-gerilim filmi.

Bugüne kadar izlediğim en özgün korku filmi Martyrs. Hedeften sapmadan ve amacını belli eden yegane korku yapımlarından. Çok kanlı fakat bu kan ve işkence bugüne kadar alışık olduğumuz psikopatlıktan gelmiyor. İşkence, gayet amaçlı ve bilerek yapılıyor. Eh bahsettiğim nedenlerden dolayı da bu film kesin klasik Hollywood korku filmlerine alışık olanlara kötü gelecektir şimdiden uyarayım. Çünkü öyle birdenbire patlayan çatlayan, bööö diye çıkan yaratıklar, canavarlar, zombiler yok. Sadece korku var. 

Filmin konusu ise şöyle:

İşkence ile beslenen ve yaşarken ruhu diğer tarafa geçebilen insanlardan bir şeyler öğrenmeye çalışan bir tarikatın hikayesini anlatıyor. Bu tarikat daha önceki denemelerinde öbür tarafa geçmeyi başaran bir takım deneklere sahip olmuş fakat bu deneklerin hiç biri konuşamamışlar. Yani tarikat öbür tarafta ne olduğunu hiç bir zaman öğrenememiş. Ta ki Anna'ya kadar. Anna çektiği işkenceler ve en sonunda derisinin yüzülmesinin ardından bir çeşit trans haline geçiyor ve iki küsür saat o transtan çıkmıyor. Azda olsa kendine gelmeyi başardığında ise tarikatın başındaki yaşlı hanım teyze yanına geliyor ve Anna onun kulağına bir şeyler fısıldıyor. Yaşlı teyzemiz, Anna'yı dinledikten sonra intihar ediyor.

Evet filmin sonu böyle. Muhtemelen anlamayanlar olacaktır o yüzden açıklayayım. Öbür tarafta hiç birşeyin olmadığını öğrenen kadın, yaptıklarının vicdan azabı ve boşluğuna dayanamayıp intihar ediyor. En azından izleyenlerin ve yönetmenin yorumu bu şekilde. Eğer gerçekten farklı bir korku filmi izlemek istiyorsanız Martyrs'i kaçırmayın derim..


 

Bir Gandalf Gördüm Galiba!

Merakla beklediğimiz hatta merak ederken yakında çatlayacağımız The Hobbit'ten ilk kareler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Filmde Martin Freeman'in canlardığı Bilbo Baggins ve Ian McKellen'ın canlandırdığı Gandalf'ın görüntüleri ilk kez yayınlandı. 


4 Ağustos 2011 Perşembe

Hitchcock'un Kayıp Filmi

Alfred Hitchcock'un yönetmenliğini, senaryosunu ve kurgusunu üstlendiği 88 yıllık sessiz film "The White Shadow", Yeni Zelanda'da da ortaya çıktı. Sessiz film koleksiyoneri bir makinistin arşivinden çıkan ve 1993 yılında ölmesiyle Yeni Zelanda Film Arşivi'ne bağışlanan filmin 1923 yılına ait olduğunu sanılıyor. The White Shadow'un ilk 3 makarası uzmanların kontrolünden geçiyor fakat diğer 3 makara, ya hiç olmadı ya da başka bir film arşivinde bulunmayı bekliyor. Filmin ilk gösterimi The Academy of Motion Picture Arts and Sciences tarafından 22 Eylül 2011'de Beverly Hills' te olacak.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

The Hobbit'in 13 Cücesi

The Hobbit' in 13 cücesini toplu bir fotoğrafla karşımıza çıkardılar en sonunda. Bu beklemeye nasıl dayanacağım bilinmez ama şunları bile görmek yüzümde güller açtırdı resmen. 

The Hobbit Aralık 2012' de gösterimde..

Like Crazy

I Want You, I Need You, I Love You, I Miss You...

Başrollerini Felicity Jones ve Anton Yelchin' in paylaştığı, yönetmenliğini ve senaryosunu Drake Doremus'un üstlendiği bir aşk hikayesi Like Crazy. Bul yıl Sundance Film Festivali' inde Jüri Büyük Ödülü' nü alan filmin hikayesi ise biri exchange öğrencisi olan, Amerikalı ve İngiliz iki öğrencinin aşkı. 

Aslında şöyle güzel bir aşk filmi seyretmeyeli çok uzun zaman oldu. Kendi fantastiğe ve aksiyona gömülmüş dünyamda aşk filmlerine yer yok sanırım. Zaten pek de sevmem bu tarz vıcıklıkları ama bu filmi merak etmedim değil. Çünkü iki kıta arası bir aşk söz konusu. Neyse bekleyelim görelim bakalım...

2 Ağustos 2011 Salı

2012'nin Pamuk Prensesi

Başrollerini Kristen Stewart, Charlize Theron ve Chris Hemsworth'un paylaştığı, yönetmenliğini ise Rupert Sanders'ın üstlendiği yepyeni "Snow White and the Huntsman", tam tarihi belli olmasa da 2012'de gösterimde. 

Evet hepimizin çocukluğundan beri tanıdığı ve çok sevdiği bir karakter Pamuk Prenses. Ama bu filme iki çift lafım var. Cast seçimleri çok yanlış. Bir kere The Queen' in saçları hiç gözükmezdi ama afişlerden anladığımız kadarıyla Charlize Theron' un sırma gibi saçları kabak gibi ortada. Ayrıca Charlize Theron bu rol için fazla güzel. Bu nedense baya dikkatimi çekti. Bir de Kristen Stewart felaketi var tabi. Ben bu kızdan Panic Room' dan beri ölesiye nefret ettim. Suratındaki o aptal bakış, çok seksi olduğunu sanarak sürekli dudaklarını yalaması, iğrenç ötesi oyunculuğu ve tabi ki adını ağzıma dahi almak istemediğim Twilight serisi. O tiple ve oyunculukla şimdi de Pamuk Prenses'in ta kendisini oynayacak. Güzelim role çok yazık edilmiş gibi geldi bana. Neyse belki biraz rol yapmayı öğrenmiştir diye umut ediyorum ve sizi yeni yayınlanan afişlerle başbaşa bırakıyorum...




1 Ağustos 2011 Pazartesi

Moon

Çoookkk uzun zamandır izlediğim en iyi bilim kurgu filmi Moon. Yönetmen Duncan Jones, oyuncu Sam Rockwell. Oyuncu diyorum çünkü bu filmde tek bir oyuncu ve onunla konuşan birde robot var o kadar.

Moon bir adamın yalnızlıkla verdiği savaş ve delirme noktasını çok güzel bir biçimde, hiç sıkmadan izleyicisine vermeyi amaçlamış. Çünkü bilirsiniz kimi delirme sahneleri vardır insanı feci şekilde boğar ve bir anda filmin tüm albenisi götürür. Gereksiz yere uzatılırlar falan sırf filmi doldurabilmek için. Ama Moon'da asla böyle bir şey yok. Herşey dozunda ve herşey sadece gerektiği kadar uzatılmış. Ne eksik, ne fazla.

Filmde Sam'in konuştuğu Robot Gerty'yi görenler hemen 2001: A Space Odyssey'in HAL9000'inini hatırlayabilirler. Zaten filmde genel olarak bir esinlenme mevcut. Mesela mekanlar veya direk Gerty'nin kendisi.Ama konu kesinlikle çok farklı. Belki de Duncan Jones, bu tarz ufak tefek benzerlikleri bilerek yapmıştır. Sırf 2001: A Space Odyssey'e bir saygı duruşu olması açısından.

Film ile ilgili dikkatimi çeken şeylerden biri de çok düşük bütçeyle ve çok kısa zamanda çekilmiş olması. Moon için, toplamda 5 milyon dolar bütçe ayrılmış ve çekimleri bir ay gibi kısa bir zamanda bitmiş. Film bu bütçeyle ve tek oyuncuya rağmen multimilyon dolarlık filmlerden çok daha iyi. Demekki iyi film çekmek için para yeterli değilmiş.

Evet Moon bugüne kadar District 9'la beraber izlediğim en iyi bilim kurgu filmi. İzlemeyenlerin bir an önce edinip izlemelerini öneririm.

Avatar : The Legend of Korra

The Last Airbender'ın Korra Efsanesi kasım 2011'de başlıyor. 

Güney Su Kabileli Korra dizinin asabi özgür kahramanı, Aang'den sonra gelen Avatar bedenidir. Yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko diziyi, The Last Airbender sonundaki Ozai ve Azula'nın yenilgisinden 70 yıl sonrasına taşımış.

Avatar döngüsüne göre Su, Hava' dan sonra gelmektedir. Korra, Hava hariç tüm elementlerde ustalaşır fakat Hava bükmede ustalaşamamıştır. Hava bükmeyi ise Aang ve Katara'nın oğlu ve aynı zamanda bir Hava bükme ustası olan Tenzin'den öğrenecektir. 

Önceki serinin aksine The Legend of Korra, tek bir yerde geçmektedir. Burası da Republic City (Cumhuriyet Şehri) dir. Fakat şehirde bir takım bükme karşıtı insanlar vardır ve karakterimiz bunlara karşı savaş verecektir.

Nickelodeon başkanın yaptığı açıklamaya göre Korra' yı yaratırken Avatar Kyoshi'den esinlenmişler ve yaratıcıların dediğine göre Kyoshi, Avatar hayranları arasında çok popülermiş. Ben şahsen buna biraz karşıyım. Avatar hayranları arasında popüler olabilecek tek Avatar, Roku olabilir bence. Birde tabi şu Republic City var. Tamam 70 yıl sonrasında geçiyor ama bu kadar gelişmişlik neden? Şehri tasarlarken Shanghai, Manhattan ve Hong Kong gibi şehirlerden esinlenmişler. Bu kısımda pek hoşuma gitmedi maalesef. Diğer serideki gelişmemişlik daha çok hoşuma gidiyordu. 

Dizinin konusu karakterler vs şimdilik bu kadar. Her ne kadar birtakım önyargılarım olsa da merakla beklemekten kendimi alamayacağımda bir gerçek tabi..